Zamansız Tekme - The Young Gods, T.V. SKY


Murat Mrt Seçkin

​İsviçre enteresan ülke. Anladığımız kadarı ile refah, rahat, sakin mi sakin ve de zengin. İsviçre denince aklımıza huzursuzluk gelmiyor mesela ilk seferde. Oysa belki de milyarlarca dünyalının huzursuzluğundan nemalanan tüketim çarkının ana parası burada değerlenip birilerinin kaybından alıp başka bir azınlığa mutluluk veriyor. O yüzden mesela Yello gibi bir gruptan bahsederken Alp Dağları’nın keyifli yüzünden konuşup neşeyle dansedebiliriz. Oysa ki The Young Gods’dan bahsederken belki efsanevi, gizemli, külçe külçe Nazi altınlarının saklı olduğu bir mağaradan ya da tüm diğer toplumlara kulağını tıkamış, izole bir insan topluluğundan söz edebiliriz. Sanki dans edenlerin arkalarında kara, gri, kirli bir çığı bırakarak gittikleri bir coğrafyadan. Ben de bu ay o coğrafyanın başka bir fiziki haritası olan T.V. Sky (PIAS 1992) albümüne bilinç dalışı yapalım istedim.
 
1.
Dengesiz bir arkadaş düşünün. Sürekli beraber takılmak istersiniz ama bunu mümkün olduğunca ikiniz baş başayken yapmayı tercih edersiniz. Tabii ki sebep dostunu başkalarından kıskanmak falan değildir, aslında çok daha kırıcıdır. Dostum dediğinden utanırsın, çevrene doldurduğun tüm diğer insanlara değersiz gözükme ihtimaline karşı o arkadaşını saklarsın. Aslında dostunu her seferinde bir kez daha öldürürsün. Mesela geçenlerde Tayfun Polat ve Rammy Roo ile oynadığımız bir oyunda herkesten gizli gizli dinlediğimiz ama tek başınayken mırıldanmaktan, çaldığında eşlik etmekten keyif aldığımız şarkıları çaldık birbirimize. İşte artık o şarkılar, bir kişi ile bile tanıştırmış olsak bile yaşamaya, dostluğumuzu yeniden kazanmaya başladı.
 
T.V. Sky ise ilk dinlediğinizde hemen başkalarına anlatma ve tanıştırma ihtiyacı duyacağınız, neredeyse ona hizmet edeceğiniz bir albüm. Bir sample abidesi, düzenleme cenneti. Davul, klavye ve vokal ile nasıl da heavy metal’den endüstriyel’e, oradan minimal ve deneysele geçilirin kitabı. Aslında bir yandan da ekibin yaratıcısı Franz Treichler’in Amerikan Rock denemesi (Allmusic – Ned Ragget’in bakış açısından özetle). Tabii ki kendine has ve Avrupalı gözü ile. Zaten her daim Jim Morrison’u andıran Treichler özellikle “She Rains” ve “Summer Eyes” şarkılarında The Doors tarzı hipnotikliği gayet rahat şekilde kullanıyor. Kendisinin de bilinç, ruh ve insan olmanın temelleri ile ilgili problemleri / soruları olduğundan gayet normal bir tercih olduğunu düşünebiliriz.
 
Girişinden finaline kadar size sımsıkı sarılıyor albüm. Kulağınızın ayarları ile oynayıp kalpleri hop hop oynatıyor. Tüm dinginliği ile yağmura kaptırmışken, aniden sert gitar sample’ları ile duvardan duvara çarparken buluyorsunuz kendinizi. Bunun güzelliği ile –en azından kendi adıma- o hep bahsettiğimiz vitrin kırma, ortaya çıkıp “Ben de buradayım, varım,” diye haykırman ihtiyacını sağlayacak albümlerden birine dönüşüyor. Başucu albümü kıstasımda en önemli hissiyatlardan biri bu mesela. Silkelenip kendine getiren sesler ile dolu uzunca bir hikâye. Uzunca diyorum çünkü The Young Gods’ın kendini tekrar eden veya Pink Floyd misali –ki bu albümde onlara da gönderme olduğunu düşünüyorum- belli katmanlara yayılmış müziği hiç bitmezmiş gibi bir algı yaratıyor. Sanırım o nedenle birçok albümünde fade-out finallere rastlamıyoruz. Çat diye bitiyor her şey. Sonra tekrar başa sar gitsin...
2.
Treichler seksenli yılların başında temelini attığı The Young Gods’ı kurarken, o dönem oldukça popüler hale gelen synth-pop veya new-wave sound’undan uzak durmaya çalışır, ancak bir yandan da benzer enstrümanlar ile Clock DVA veya Cabaret Voltaire gibi ekiplerin yarattığı seslere de yakınlık duyar. Ele geçirdiği sample cihazı ile hazır beat ve başka şarkılardan alınan kesmeleri kullanmak yerine kendi kayıtlarını koyar. Yani her ne kadar The Young Gods için gitarsız bir grup desek de aslında Treichler’in kendi gitar kayıtları bol bol kullanılmakta. Elektro, noise, EBM, endüstriyel ve rock öğelerini oldukça hesaplı kompozisyonlarla karıştıran bu üçlü aynı zamanda film müzikleri ve ses enstelasyonları ile de uğraşıyor. Zaten adını Swans gibi bir gruptan almış bu oluşumdan başka ne beklenebilir ki? Tabii ki içinde sonik olan her şeye el atacaklardı. 
 
İşin ilginç yanı belki de tepki ya da bilinçli bir tavır olarak gitarı performanslarından uzak tutmaları ve sample makinasının da orada bir sembole dönüşmesi The Young Gods’ın alametifarikası oldu. David Bowie veya Eno’lu U2’nun ekibe hasta olmasının sebeplerinden biri de bu olabilir. Hatta yıllar sonra Knock On Wood konser serisi ile tamamen temele, akustik gitar ve basit vurmalılara geçmeleri bile bu tavrın devamı olabilir. İstense en sağlam heavy-rock yorumlarına dönüşmeye müsait şarkılar, akustik versiyonların nasıl başka türlü yapılacağını da gösteriyor. Özellikle bu serideki Suicide “Ghostrider” yorumları harika bir örnek.
 
T.V. Sky’dan henüz bir yıl önce The Young Gods Play Kurt Weill (PIAS 1991) gibi harika bir deneyselliğe imza attıktan sonra sanırım kimse ekipten böyle bir albüm beklemiyordu. T.V. Sky öyle büyük bir başarı yakaladı ki birçok önemli (belki de önemsiz) toplamada yüzyılın en başarılı rock albümü sıralamasında yerini aldı.
 
Tüm bunlar yine de T.V. Sky’ın bende yarattığı hissiyatı değiştirmiyor. Müzik dinliyorum diyen herkesin dinlemesi gereken (beğenmek zorunda değil) alçak gönüllü ama tuhaf bir şekilde de iddialı bir mühendislik işi, ses güzelliği, ruh vitamini olarak aklınızda yer etsin. Sizi gerçekler çukuruna atacak tarihi, zamanı belirsiz bir tekme gibi. Belki bir gün yine sokaklara dökülürsek “Dame Chance”in bas atakları eşliğinde koştururuz hep beraber.



  muratmrtseckin@gmail.com